Müge üyemiz gönderdi.
Nurten Hanım, komşularının, gönderdiği kurban etini kavurma yapma telaşındaydı. Bir yandandan da, İlk defa bu bayramda kurban kesmiyoruz, sen günah yazma Allahım diye sokranıp duruyordu, mutfağının, nemli, sıcak havasında... Kavurma kokusu evin her yanını sarmıştı iyice. Bu kokudan bir kişi çok rahatsızdı. O da, evin tek çocuğu Leventti... Zaten, marazi bir yapısı vardı ve midesi kokudan alt üst olmuştu. Oturma odasını, bir boydan bir boya adımladı bir süre. Acılı suratı, allak bullaktı
Kendini, gül desenli bordo renkli, penye kumaşlı, üçlü koltuğa bıraktı. İstemese de, mutfaktan, annesinin sokranışlarını işitiyordu. Burnunu eliyle sıkıca kapatarak, yüzükoyun uzandığı yerden acılı bir sesle annesine,
- Ne söylediğini anlamıyorum, biraz yüksek sesle konuş anne, diye bağırdı.
- Ne söyleyeceğim oğlum, ilk defa bu bayramda kurban kesemeyeceğiz diye, yanıt verdi.
Bu sitemli sözlere kızan Levent televizyonun sesini kısarak annesine,
- Mutfağın kapısını kapat anne! Et kokusundan, burnumun direği kırıldı, dedi.
Oğlunun sözünü iki etmeyen Nurten, mutfak kapısını kapattı. Levent, midesine söz geçiremiyor, bulantıyı, ne yapsa önleyemiyordu. Kendisini, alelacele balkona attı. Bu sefer de, ölümü içgüdüsel sezinliyen kurbanlık hayvanların bağırtıları kulaklarını tırmaladı. Kalafatçılar Sokakta yankılanan bağırtılar kulaklarında, gizemsel (mistik) çağırışımlar uyandırıyordu. Kurbanlıklar, ölümün bedenlerine yansıttığı gizemle salınırken; sundurmalarda veya kuytu köşelerde sanki başlarına gelecekleri biliyorlarmış gibi feryat ediyorlardı. İki cami arasında kalmış binamaza dönmüştü. İçeri girse bir türlü, girmese başka türlüydü.
Levent sokakta, genç irisi, sert bakışlı ve şişkin pazulu bir kasap gördüğünde içeri girmekten vazgeçti. Enlice, keskin bıçağınının sırtını masata vuran kasaba ürkekçe baktı bir süre. Bir yıl önceki Kurban Bayramı, gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçti. Babası o gün, kirli beyaz önlüğü, kanla beneklenmiş, Kurban kesilir hayır sahipleri diye bağıran, bir kesiciyi yoldan çevirmişti. Görünüşü usta bir kasap gibiydi; ama onun iyi bir kasap olmadığı, daha işin başında anlaşılmıştı. Sol dizi ve eliyle yüklendiği yedi ortaklı boğanın boynunu, sağ eliyle yukarıdan aşağıya sıvazlarken bir yandan da, ağız ucuyla Tekbir getirmişti. Boğanın, bacaklarına ve gövdesine, onca insan bastırmıştı. Boğanın üzerine yüklenen kesici, sağ eliyle de, keskin, enli bıçağını tutmuştu. Kasap boğanın, canhıraş bağırtılarına kulak asmıyordu bile. Hayvan, bütün gücüyle ve acılı bağırtılarla debelenirken, herkes bir tarafa savrulmuştu. Ama kasicinin sağ elindeki bıçak sol koluna, üç parmak derinliğinde saplanmıştı. Kimi pay sahipleri boğayı zaptetmiye çalışırken; kimileri de kesiciyi, hastaneye yetiştirmek için koştumuşlardı.
Leventin, çimen yeşili gözlerindeki hüzün daha da arttı. Yüzündeki saflık buruldu ve sarı beyaz tenindeki duruluk tamamen kayboldu. Uzunca bir kez çalan kapı ziliyle irkildi birden. Ama yerinden kıpırdamadı. Zilin aynı tonda, ikinci kez çalmasıyla annesi mutfaktan,
- Oğlum kapıya baksana! ! Bu, babanın çalışı...
İsteksizce,
- Olur, anne diyerek, kapıyı açtı.
Tapucu Kadri hiç bir şey söylemeden, içeri sessizce girdi. Üstünü değiştirirken oğluna,
- Yemekten sonra, komşunun keseceği kurbana yardım edeceğim. Sende, benimle geleceksin!
- Yapma baba! Ben, gelmesem olmaz mı?
- Yanında olacağım oğlum, korkacak bir şey yok diyerek, sustu.
- Olmuyor işte baba, kötü oluyorum.
- Oğlum bir yıl boyunca, doktorun önerisi üzerine senin, korkularını yenmen için uğraştım durdum. Ve korktuğun şeyle karşı karşıya getirmeye çalıştım seni. Ama yine de, korkularını yenmene yardımcı olamadım diyerek, yatak odasına yöneldi.
Bir ara büyük bir iştahla, komşularının gönderdiği bir kaç parça etten, eşinin pişirdiği kavurmanın kokusunu içine çekti. Damağını gıdıklayan taze et kokusu ağzını sulandırmıştı. Bayram coşkusunun ateşini düşürmek istemiyormuşçasına kalın dudaklarını yalayan Tapucu Kadri,
- Mis gibi kokuyor mübarek diye diye, banyoya girdi.
Levent, kavurma ve pilav kokusunun tütsülendiği sofraya nazlanırcasına oturdu. Annesinin tabağına koyduğu kavurmaya, bakmadı bile... Önündeki kavurmayı yememek için, mırın kırın etti. Geçen yılki, bayramda olanlar aklına geldi. Babası, korkunun tüm bedenini sardığı bir çabuklukla onu, hastaneye yetiştirmeye çalışmıştı. Birkaç kişi de onu, arabanın arkasında ayıltmaya uğraşmıştı. Ama ancak, hastenede ayılmış ve birkaç sözcüğü zorla söyleyebilmiş ve birkaç haftalık sağaltıml ancak, dili çözülmüştü.
Sofraya, hatır için oturmuş gibi bir hali vardı. Midesini bastırmak için içtiği, bir bardak tuzlu ayran ve bir dilim ekmek ona yetmişti. Tabağına konan yemeğine el bile sürmedi. Levent, dışarda kopan çığlıklarla, yerinden fırlayarak ayağa kalktı. Sofradan kaçarcasına balkona koştu. Cılız bedeninden beklenmeyecek bir hızla hemen, ince, uzun parmaklarıyla balkon demirlerini kavrayarak, gövdesini aşağıya doğru sarkıttı. Bir süre, meraklı gözlerle çevresine bakındı. Ağızlarındaki şekerlerle, avurtlarını şişirmiş bayram çocukları çığlık çığlığaydı... Daracık sokakta, dört bir yana kaçışıyorlardı. Onların arkasında, boynundaki birden fazla yularıyla gözü dönmüş, kocaman bir boğa... Gemi azıya almış, sağa sola saldırıyordu sürekli. Belli ki, arkasına düşmüş insanlardan kaçıyordu. Çok geçmeden, sokağın başında onlarda gözüktü. Ellerindeki, sopa ve satırlarla boğanın arkasından koşanlar, güya hayır sahibiydi... Üstelik birde, ağıza alınmayacak küfürler ediyorlardı. Boğa terden, sırılsıklam olmuştu. Siyah üzerine, parçalı beyazlarla beneklenmişti bedeni. Sanki o, kutsal bir ayinin, kurbanı değildi... Sanki o, bir canlı da değildi...
Boğayı sonunda, Kalafatçılar Sokağın başında kıstırdılar. Leventin gözleri önünde bir yerdi burası. Tapucu Kadrinin evi, bu sokağın yokuşu başındaydı. Levent balkondan olanları, olduğu gibi görüyordu. O sanki bir gerilim filmindeki, işkence sahnesini izliyordu. Kurbanlığın, ayaklarına ve bacaklarına ellerinde ne varsa, fırsat buldukça vuranlar... Bir yandan da onun, yularından ve kuyruğundan, tutmaya çalışanlar... Hepsi elbirliğiyle kurbana, acımasızca işkence ediyorlardı. Kurbanlık boğa, delirmiş gibi dört bir yana saldırdıkça saldırdı. Yine de, kaçacak yer bulamadı. Sonunda, yularlarını ele verdi. Bu sefer de, yere düşmemek için direndi. Yorulmuştu ve sokağın ortasında hala, debelenip duruyordu. Sonunda, yere çöktü. Ama kendisini, Tanrıya adayanlara, isyan edercesine böğürdü durdu hep.
Çipil gözlü, kirpi saçlı ve parantezi andıran çarpık bacaklarıyla bir adam, şişman, kısa boylu bedeniyle boğanın çevresinde yuvarlanıyormuş gibi dolanıyordu. Elindeki keskin bıçağı masata sürterek, kurbanın başına geldi. Her halinden, acemi olduğu belliydi. Adam, elindeki enli keskin bıçağıyla dizini, yedi ortaklı kurbanın başına koydu ve... Bir sona çekilen bir bıçak darbesiyle, bir hayat son buldu nihayet.
Levent, olanı biteni, başından beri izledi. Sıkı sıkıya asıldığı demir korunaklardan uzaklaşamıyordu bir türlü. Sanki taş kesilmiş gibiydi. Korkulu gözleri, çıngı saçıyordu adeta. Zor nefes alıyor ve yere düşmemek için olanca gücüyle direniyordu. Korkuyla ağzından çıkan abuk sabuk sözler, yoldan geçenlerin de dikkatini çekmişti. Balkondan bir iniltili sas duyan, Kadri Bey ve Nurten Hanım, pilav üstü kavurmalarını iştahla kaşıklarken birden paniklediler. Balkona koştular hemen. Gördükleri karşısında oğluna,
- Ne oldu oğlum sana, sakın korkma! Bak yanındayım, sakın korkma diyerek, onun ellerini, demir koruluklardan kurtarmaya çalıştı.
Levent babasının kollarında hızlı hızlı nefes alıp verirken, zangır zangır titriyordu. Bir yandan da babasının elleri arasından kendini kurtarmaya çalışıyordu. Sonunda kurtardı ve iki büklüm yere çömeldi. Babasına ve annesine, hiç bir şey söylemiyordu. O sadece, tinsel gizemin sarmaladığı bir dünyada dolaşıyormuş gibi, sessiz ve durgundu. Bir ara, uzun, siyah kirpiklerinin uzandığı göz kapaklarını sonuna kadar açarak annesine baktı. O anda, düşlerinin, pembe, pamuksu bulutları üzerindeydi sanki. Çimen yeşili gözlerini, kendisine şaşkın bakan babasının, uzamış, kumral, gür, dalgalı saçlarından, sinekkaydı tıraşlı yüzüne kaydırdı. Leventin sarı marazi yüzüne, bir dinginlik gelip oturmuştu. Sanki hiç bir şey olmamıştı. Ama içindeki acı yine de, yüzüne bir burukluk veriyordu. Birden, yüzüne bir gülümsemenin aydınlığı yayılırken, gülümsemeye çalıştı. Başardı da...
Leventi belki, hastanede günlerce gördüğü sağaltım düzeltmişti. Kim bilir belki de, babasının doktor önerisiyle, bir yıl boyunca uyguladığı yöntemi. Ama Levent, her ne şekilde düzelmiş olursa olsun, o günden sonra ağzına, ne bir lokma kurban eti koydu, ne de bir başka et...
ERGİN BİNGÖL 25/ 10/2006
Ergin Bingöl
Tarih : 2010-05-31 20:48:32 | Hit: 2844 | Puan: 0
Copyright © 2007 - ∞ by CemveNuray.Com. Tüm hakları Cem ve Nuray'a aittir.