Lale üyemiz gönderdi.
PARMAK ÇOCUK
Hikmet BARLIOĞLU
Parmak Çocuk
Ferhat Dede onu eve, ağzı zımbalı, üstü minicik delikli küçük bir kese kağıdının içinde getirdi.
Başı mavi yazmalı,dudakları dualı, omuzları yün atkılı yaşlı karısı, alt kattaki ahşap giriş kapısının önünde terlik katına beklemekteydi. Gözünün yollarda, aklının meraklarda kaldığı kolaylıkla anlaşılıyordu.Görenler, sınırdan terhis edilip gelecek bir oğul, hastaneden sağ-salim dönecek bir evlat, baba evinde el öpmekte ivedilenecek bir gelin-kız beklediğini sanırlardı.
Yaşlı kocası yoldan ayrılıp evlerinin bulunduğu çıkmaz sokağa düşer düşmez, kapı önünde bekleyememiş, romatizmalı bacaklarını sürüte sürüte, ellerini-kollarını aça aça ona doğru adımlar atmaya başlamıştı.
-Getirdin mi Ferhat? Diyordu. Getirdin mi bir göreyim ne olursun. ir kerecik göreyim.
Ferhat dede, ak-pak bıyıklarının altından altından, ak-pak sakalının üstünden üstünden gülümsedi:
-Olmaz sokak ortasında, hanım. Dur eve girelim bir kere.
-Ama bu çıkmaz sokakta bizden başka kimse yok ki.
-Olmaz burada, gir eve.
Yaşlı kadın önde, yaşlı kocası arkada içeri girdiler. Ahşap kapıyı örtüp kol demirlerini arkasına sağlı sollu vardılar ve ahşap merdivenin basamaklarını çıkmaya koyuldular. Perişan nine, trabzanlara yüklene yüklene her çıktığı basamaktan sonra başını çevirip Ferhat Dede ye bakmakta, sanki onun arkasından geldiğini gözleriyle görmek istemekteydi.
Aralık penceresinin camından içeri girmeye zorlanan akşam güneşinin solgun sarı ışıkları çıplak merdivenin basamaklarını, trabzanını mahmur dudaklarla öpmekte, yaşlı karı-kocanın sırtlarında, omuzlarında, başlarında dolaşmakta, muradını ala ala pencereden ayrılmakta, yerini alacakaranlığın dudaklarına bırakmaktaydı.
Yukarı katın sofasında durmadılar. Sofayı yorgun adımlarla geçip oturma odasına girdiler.
Oda, konuk pekilenmeye hazırlanmış bir köy odasını andırmaktaydı. Çıplak tahtaların üstüne göbekli bir Bünyan halısı serilmişti. Duvar diplerinde boydan boya alçacık sedirler yer almaktaydı. Nakış nakış, desen desen, ilmek ilmek Eğin halılarıyla örtülü sedirlerin arkalarında, koltuk kumaşlarından kılıflı, kalın, sert yastıklar vardı. Duvarlardan birindeki sülüs yazılı bir kıblegah, bulunduğu yerde kendi kendine Garik-i bahri isyanım, dahilek ya Resulullah diye tespih çekmekteydi. Yanında, az ötesinde iki eliyle sapı süslü kılıcının kabzasına dayanmış, sırtı pelerinli bir Gazi Mustafa Kemal vardı ve altındaki Latince yazılarla gören gözlere Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben, özgürlük aşkı ile gururlanan bir adamım demekteydi.
Müslüman evinin Kur an-ı Kerim i, pencere yanındaki çiviye asılı el örgüsü bir beyaz filede bir büyük sabır içinde bekliyordu. Duvarlardan birine çiçekli desenlerle süslü, kahverengili-kırmızılı bir duvar halısı asılmıştı. Oda kapısının yanında, bölmeleri oyma korunaklı en alt bölümü kapalı kanatlı bir gömme dolap mevcuttu. Sedirlerden her birinin önünde ahşap oyma, altıgen birer sehpa duruyordu. Oda çifte koltuk pencereliydi ve üstü birer yarım daire biçiminde olan pencerelerin içleri her yandan camlarla çevrili mihrapları andırmaktaydı. Odanın tavanı boydan boya, enden ene oymalarla, kakmalarla, nakışlarla süslenmişti. Ortada dallı-güllü bir göbek ve çevresinde renklerle beslenip yaprak salmış çiçekler soluk alıp vermekte ve göbek, fokur fokur kaynayan bir gözeye, çiçekler, nabız nabız atıp yana-yöreye dağılan su damlalarına benzemekteydi. Tavandaki göbeğin döşemedeki izdüşümüne, üstü temiz beyaz örtülü, örtüsünün etekleri işlemeli-saçaklı, yuvarlak bir orta masa atılmış, kendisine tam gelecek düz bir sarı muşamba serilmiş ve üzerine küçücük bir evi andıran, sapsarı tellerden yapılmış olan bir kuş kafesi yerleştirilmişti.
Oda, ikindiyle akşamı birleştiren tatlı, serin bir alacakaranlık içindeydi ve renkler, biçimler kendi köşelerine çekilmek üzereydi.
Ferhat dede eşikten adımını atarken:
- Tümünü yak, hatun. Dedi. Bugünün onuruna.
Perişan Nine:
- Bugünün onuruna.
Diyerek bir-iki düğmeye dokundu ve tavanda varsıl bir elektrik ampulü, duvarlarda sarı, kırmızı, yeşil aplikler cana geldi. Biçimler ve renkler üstlerine yeni yeni sinmeye hazırlanan mahmurluklarını sırtlarından-omuzlarından attılar ve yoksulluğa sürüklenirken yolu varsıllığa uğrayan odada nabız nabız atmaya, körpe körpe soluklanmaya başladılar.
İki yaşlı, ışık altında yaldızlanan sarı telli kafesin başına geçtiklerinde yüzlerinde şımarık bir mutluluk gezinmekteydi. İçlerinin tüm yaşama, tüm var olma, tüm süregitme isteği birer kıvılcım halinde göz bebeklerine yansımıştı. Sözcükler dudaklarından daha bir canlı, daha bir sıcak, daha bir tatlı çıkıyordu. Ferhat Dede, özenle elinde tutageldiği kese kağıdını Perişan Nine ye uzatarak:
- Sen şunu tutuver hanım. Dedi. Lütfen kese kağıdını sıkma. İşte şurasından, tel zımbanın vurulduğu yerden tutacaksın. Ben kafesin kapısını açayım.
Ferhat Dede, sarı tellerden yapılmış küçük evin ön kapısını kıtlatıp açtı, tel kapıyı ardına kadar dayadı, kese kağıdını karısının elinden aldı, boğazını yırtarak kafesin içine soktu ve hafifçe silkeledi.
Minicik bir kanat sesi, körpecik bir cikleme, belli belirsiz bir çırpınışla sessiz kafes şenlendi, küçücük yoksul ev varsıllaştı.
Serçeden biraz büyük bir kuştu. Bir muhabbet kuşuydu. Sarı kafesi mineleyen masmavi bir rengi, ürkek-parlak-körpe-iri gözleri, üstten alta kıvrık, sarı bir gagası, incecik-minicik ayakları, küçücük kanatları ve süslü, uzun bir kuyruğu vardı. Bırakıldığı yerde kalmamış, ufacık bir atılışla tüneklerden birine atlamıştı.
Ferhat Dede, karısına belli etmemeye çalıştığı bir mutlulukla ayakta, kuşu süzerken Perişan Nine, yüzünü-gözünü aydınlatan bir beğeniyle:
- Aman ne güzel... Aman ne güzel...
Diye haykırıp ellerini çırptı. Ferhat Dede:
- Yalnızlar arasına hoş geldin güzel kuş. Dedi. Hoş geldin, safalar getirdin.
Sözleri, yaşlı kadının dudaklarında vurgusunu buldu:
- Hoş geldin güzel kuş, hoş geldin, safalar getirdin.
Dede mırıldandı:
- Oturalım, başına dikilip korkutmayalım. Korkmaması gerektiğinin bilincine varmasını bekleyelim. Acaba sen bu arada şöyle iki fincan kahve yapabilir misin?
Perişan Nine nin sevinçten etekleri zil çalmaktaydı:
- Elbette ki; yaparım, bey. Elbette ki; yaparım. Senin istediğin kahve olsun. İçeceğini bilsem; ona bile kahve yaparım ben. Bir sor bakalım içer mi?
Ferhat Dede gülümsedi. Yanıt vermeyeceğini bile bile:
- Bir acı kahvemizi alır mısın, kuşum?
Diye söylendi ve sonra, yanıt-manıt beklemeksizin karısına döndü:
- Almazmış. Dedi. Kahve dokunuyormuş.
Yaşlı kadın tatlı gülümsemeler içinde, omuzlarındaki atkısını açtı, kapı dibindeki bir askıya astı ve odadan çıktı.
Dede soyunmadı, ceketiyle-pantolonuyla-kasketiyle yürüyüp sedirlerden birine geçti, sağ bacağını altına aldı ve sırtını yastıklardan birine dayadı. Mutluluktan parıldayan gözleri sarı kafesteki mavi kuştaydı. Boş kafesin dolduğunu, odanın şenlendiğini, eve yeni bir soluk geldiğini düşünüyor, bakışlarını konuğundan ayıramıyordu.
Perişan Nine nin oda kapısından görünmesi fazla sürmedi. Ellerinde plastik bir tepsi, üstünde yanları işlemeli, beyaz oval bir örtü, üzerinde tabaklarıyla birlikte birer büyük porselen fincan ve bakır bir kahve cezvesi vardı. Yürürken elleri titremekte, bedeni öne doğru eğilmekte, fincanları tabaklarında şıngırdatmakta, adımlarını küçük küçük atmaktaydı. Aklının-fikrinin kahvede değil, kuşta olduğu belliydi. Nitekim, içeri girer girmez dudaklarından çıkan ilk söz:
- Kuş nasıl? Oldu.
Ferhat Dede, eşinin tepsiyi önündeki sehpaya bırakmasına yardım ederken gülümsedi:
- Ne deprendi, ne öttü, öylece bakıyor şimdilik.
Perişan Nine cezveyi fincanlara özenle boşalttı ve kendi fincanını eline alarak sedire çöktü ama sırtını yastıklara dayamadı. Fincanı elinde, yaşam arkadaşı yanında gözleri kuştaydı:
- Erkek mi, dişi mi? Diye sordu.
Ferhat Dede nin yüzünde gülümsemeler gezinmekteydi:
- Sen şunu Kızımız mı, oğlumuz mu? diye sorsana. Dedi. Kız kız. Bu, masmavi gelinlikli minicik bir kız.
- Nereden belli kız olduğu?
- Oğlan olsaydı; gagası koyu renkli olurdu. Bunun gagası açık renkli.
- Kuşçu da öyle mi söyledi?
- Söylemeseydi de bilirdim ya, öyle söyledi.
- Konuşur muymuş?
- Söylenenlere bakılırsa; muhabbet kuşlarının erkekleri konuşur, dişileri konuşmazmış.
- Neden Söylenenlere bakılırsa diyorsun?
- Konuşabilseydi deve kuşları konuşurdu. Bu minicik kuş nasıl konuşsun? Nice birileri daha doğru-dürüst Türkçe konuşamıyor. Nice bir kültürlü geçinenlerimiz daha bir sesli harfi sessiz harften ayıramıyor. Bitişik yazılması gereken da ları ki leri ayrı, ayrı yazılması gerekenleri bitişik yazıyorlar. Soru eklerini sözcüğe birleştiriyorlar. Üstelik; bu güzelim dilimizin altından girilmiş, üstünden çıkılmış ve dilimiz yabancı sözcüklerin boyunduruğu altına sokulmuş. Kullanageldiğimiz Ararca, Farsça, Fransızca, Almanca, İngilizce, İtalyanca, Latince, Rusça, Ermenice sözcükler, Türkçe sözcüklerimizden fazla. Gösteriş için yabancı sözcükleri kullananların çoğu onları da yalan-yanlış söylüyorlar.
- Biz kuştan panel konuşmacılığı beklemiyoruz ki. Üç-beş sözcük, bir-iki tümce söyleyebilsin, yeter.
- Nasıl söyleyebilsin ki? İnsan olarak biz bie onun dilini konuşamadıktan sonra?
- Yani sen inanmıyor musun, kuşun konuşabildiğine?
- İnanmamı mı bekliyorsun?
- Ya Melahat Hanım ların kuşuna ne dersin? Yanımda konuştu, duydum. Babacım, babacım dedi.
- Yapma Perişan. Melahat Hanım dediğin yaşlı, dul bir kadın. Bir büyük kızından başka kimsesi yok evinde. Onlarda kim bir erkeğe Babacım, babacım diyebilmiş ki, kuş da duyup yansılasın* Hem de Babacığım yerine Babacım diye diye. Şeyhe Efendi hazretleri, siz geceleri beyaz bir ata biner, göklerde uçarmışsınız, doğru mudur? demişler, adam gülmüş ve Biz uçmayız oğlum. Demiş. Bizi müridlerimiz uçururlar. Bana bakarsan, kuşlar da öyledir; kendileri konuşmazlar, onları insanlar konuştururlar. Hayvanın çıkardığı doğal sesleri, kendi sözcüklerine benzetirler. Bunlar Almanya ya, İngiltere ye, Fransa ya ve bilmem nereye de gitseler; işte böyle Türkçe ye benzetilen Babacım la, Yeşil e benzetilen Şil, şil le öterler.
- Erkeğini getirseydin konuşurdu.
- Erkeğinin konuştuğu kadarını bu da konuşur, gözümün nuru.
- Hani ya konuşmadıklarını söylüyordun?
İsmet Barlıoğlu
Şu konularda daha fazla şiir:
Atatürk, Baba, Kadın, Çocuk, Özgürlük
Tarih : 2010-05-31 20:43:41 | Hit: 2538 | Puan: 0
Copyright © 2007 - ∞ by CemveNuray.Com. Tüm hakları Cem ve Nuray'a aittir.